ŞİRATA GÖLLERİ
Geçmiş zamanın izinde, kaybettiğiniz bir şeyi arar gibi dolaşmak hissi çok tuhaf gelir insana. Artvin; coğrafya olarak Doğu Karadeniz karakteristiğinden ayrılıyor birçok özelliğiyle. Uzaklığının en büyük avantajının, bozulmamayı sağlamak olduğunu söyleyebilirim. Böyle bir coğrafya olması, Artvin’in arka planındaki coğrafyayı çok özel kılıyor. Karayoluyla; Trabzon’dan Hopa’ya vardıktan sonra rotanızı Borçka’ya çevirin, Borçka’dan da yaklaşık iki saatlik bir yolculukla, “Citta Slow” ilan edilen Şavşat’a varın. Şavşat, gerçekten bambaşka bir memleket olduğunu daha şehre girişteki o görkemli kalesiyle gösteriyor. Kale, sanki oraya dün yapılmış gibi dimdik ayakta sizi selamlayacak. Satlel Kalesi oalrak da bilinen yapı ile ilgili şu bilgiler aydınlanmamızı sağlayabilir: “Söğütlü mahallesindeki kale, plan tipi açısından, Bagratlı kalelerine benzer. Osmanlılar döneminde de kullanılan kalenin sur duvarlarının büyük bir bölümü ayaktadır. İçinde sarnıç ve şapel kalıntıları bulunur. Yapının kitabesi bulunmadığından, kesin olarak hangi tarihte inşa edildiği bilinmemekle birlikte, Bagratlı bağlantısından ötürü IX. y.y’da inşa edilmiş olduğu söylenebilir.”
Şehir merkezinden ayrılıp, yol üstündeki olağanüstü güzellikteki köyleri de geride bırakıp, hikâyenin geçeceği alana doğru yol alabilirsiniz. Gerçekten, göreceklerinizi sizi derinden etkileyecek. Sağlı sollu geniş çayırlıklar içerisindeki anıt ağaçların arasından geçip, ilk durak soluklanmak için Balıklı göle varıyorsunuz. Gölün etrafında biraz soluklandıktan sonra, ince bir patikadan tırmanmaya başlıyorsunuz. Doğu Karadeniz’de pek rastlamadığım, “ladin, köknar ve ardıç” ağaçlarının bir arada yer aldığı bölge, yazın zambakların açtığı, sonbahara doğru yerini Şavşatlıların “nego” dediği ölmezotuna bıraktığı alan ve hemen yanı başındaki Göze dağının ( Gürcüce eski adı Ğhığha) başdöndürücü güzellikteki görkemi karşısında donup kalmanız olası. Bölge son zamanlarda doğayı sevenlerin ilgisine mazhar olmaya başladı. Dolaşırken, etrafta dolaşan insanları, göllere girip yüzen gezginleri görmeniz mümkün. Fotoğrafçılıkla uğraşan Aylin Köroğlu da, bölgeyi ziyaret edip, izlenimlerini aktaranlardan:
“Şirata’lar, Şavşat’ın kuzey yönünde Pınarlı Köyü ve Göze Dağı etekleri arasında kalmış, kar ve yağmur suları ile oluşan tektonik göllerdendir. Yaklaşık 2000-2300 metre arası rakımda, yoğun, uzun süreli kar ve de yağmur suları ile beslendiği için su seviyesi iklimsel kuraklığa bağlı olarak değişebiliyor. Hatta beşte bir dört oranında su kayboluyor. Küçük Şirata daha derin olduğu için su miktarı kaybı aynı oranda değil. Büyük Şirata daha sığ. Sanki deniz kenarlarında gizli saklı masmavi koylar vardır ya, o görsellikte ve güzellikte. Şirata’lara ilk gidişim, fotoğrafçı arkadaşlarımla düzenlemiş olduğumuz gezi ile oldu. Nisan ayı sonlarında karların erimeye başladığı zamandı. Zorlu ve yaban hayatının yeni yeni uyanmaya başladığı zamanlardı. Kimi yerde ayıların boş yuvaları ve izleri ile karşılaştık. Kayalık, bodur dikenli çalılıklar ve çam ağaçlarının olduğu bir alandan yürüyerek önce Küçük Şirata’ya vardık. Kayalık alanı geçince de Büyük Şirata.”
Şirata göllerinden köylere yürüyüş
Yaz mevsiminde zaman zaman suların çekilmesinden ötürü göllerin kuruduğuna bir keresinde ben de şahitlik ettim, misafirlerde hayal kırıklığı yaratmıştı ancak her iki bahar mevsimi, yağmurlarla birlikte göllerde yeterli miktarda suyun var olmasını sağlıyor, gitmeden evvel sormakta fayda var. Gölleri geçtikten sonra tekrar ladin ormanlarının içine doğru alçalmaya başlıyorsunuz, karşınıza ağaçlarda sincaplar çıkabilir. Orman sınırında birkaç tane de köy yer alıyor, özellikle büyükbaş hayvancılıkla uğraşan köylüler, buranın coğrafi koşullarının avantajıyla traktör de kullanabiliyor. Malum, Karadeniz bölgesinde çok sık rastlayabileceğimiz bir durum değil. Köy etabını da tamamladıktan sonra, rehberimizin yönlendirmesiyle tekrar bir orman yoluna girip, Balıklı gölde tamamlamıştık rotamızı. Oradaki tesiste yemek yeme şansınız var, dilerseniz yanınızda taşıyacağınız kumanyayı göl kenarındaki masalarda da tüketebilirsiniz.