KAÇKARLARDA SONBAHAR
Yüksek dağların son demleri…
Kaçkarlar’ın yazın bitmek bilmeyen temposunun yerini sonsuz bir dinginliğe bıraktığı zamanlardır sonbahar mevsimi. Gözalabildiğince ihtişam ve görkemli bir vedanın da başlangıcı…
Uzun bir zamandır hasretle beklenen sevdiğimiz bir insana kavuşmak gibidir sonbahar mevsimi. En güzel, en seyirli, en şenlikli zamanların kendini vedanın burukluğuna teslim ettiği ama dinginlikle birlikte bambaşka bir dünyanın kapılarının da aralandığı dönüşüm zamanları geldiğinde; Kaçkarlar bir gelin edasıyla nazlanır. İlkbaharın coşkun patlamasının, yazın delifişek temposunun yerine vaat edilen bu güzelim coğrafyada olsa olsa huzur olabilir ancak. Kaçkarlar, bir yaşam önermesi olarak her zaman hayatımızda varolagelen bir yer olduğundan, her mevsimde bize bir yüzünü gösterir. Bu mevsimde gösterdiği ara yüz ise, bir mevsim geçişiyle izah edilebilecek türden değildir. Başlı başına bir şölendir. Bu birçok duygu durumunu bünyesinde barındırabilen mevsim; bize en çok hüznü ve huzuru salık verir.
Çocukluğu yaylalarda geçmiş biri için; yaylalarla vedalaşmanın gözlere dolan birkaç damla yaşla başladığını söylemek lazım. Yaylalar insana huzur telkin ederken, o döngünün içinden çıkıp; keşmekeşe geri dönmek, uzun zamandır insanın içine oturan bir dert gibi sarmalar bedenleri… Ruhlar ise hep geride kalmıştır; yüksek dağlarla vedalaşmak, yüksek dağ tiryakisi bölge insanı için her zaman meşakkatlidir. Dağ burada bir sevgili, bir eş ama illa ki sevilen biridir, o nedenle kavuşması heyecanlı, bırakması ise hüzünlüdür.
Yaz zamanlarında tatille birlikte köye vardığımızda, hemen akabindeki sabahın köründe başlayan yayla yolculuğu bizleri heyecandan uyutmazdı. Koskoca bir yaz mevsiminin en özgür çocukları olarak, yükseklerde salınmanın tadı, hala aradığımız en güzel günlerdi. İneklerle birlikte kurulan hayatın bize kattığı en güzel şey, doğayla birlikte yaşamanın verdiği sonsuz hazdı. Şimdiyse geride kalan sadece hatıralar. Pokut’tan ayrılma zamanı geldiğinde, tıpkı inekler gibi tedirgin olmamız, mutsuz olmamızın sebebi de buydu belki de. Şimdi bile insan, alışkın olduğu bir yerden ayrılırken, bir günlüğüne bile ayrılınca öyle hissetmiyor mu?
Gidiyorum yayladan…
Yaylada yaşamak özgür olmaktır. Bu özgürlüğü kısıtlayan tek şey zamandır. Çünkü güz zamanı yayladan inme zamanıdır ve Kaçkarlar’da “Huzmancuk” denen güz çiğdemleri açtığında artık yayladan yavaş yavaş gitmenin zamanı gelmiş demektir. Yaylada elde edilen katıklar ‘kadin’ denilen ahşap kaplara doldurulur ve kışın tüketmek üzere köye indirilir. Katıkların bir bölümü de gurbetteki akrabalara gönderilir. Gurbetten gelen ya da yörede yaşayan kim olursa olsun yayla, her zaman Kaçkarlar’da yaşayan insanların hayatında var olan, korunduğu müddetçe de var olacak bir yer. Artık yaylaların her birine araçla ulaşılabiliyor, dolayısıyla gidip gelmek mesele değil. Eskiden saatlerce yürünen yollar da yok, kilolarca yükü taşımak zorunda olan zavallı hayvanlar da. Ama yayla her zaman var. Yaylacılar, kulaklarında çardaktan gelen tulumun ağlatan sesi ve arkalarında bıraktıkları “gözü yaşlı” dağlarla vedalaşırlar… Hele hava açıksa gitmek oldukça zordur. Son bir kez daha bakılır ve iki damla gözyaşıyla bağırlara taş basılır. Yaylada her türlü teknolojiye rağmen inek besleyen, katığını kaplara koyup köyüne indiren ve kışlık tüketecek her yaylacıyı şu türküyle selamlayalım:“ Gidiyorum yayladan/Güz geldi onun içun/Her puğardan su içtum/Sevduğum senun içun…”