image description

BAŞKA BİR DÜNYA: KAPADOKYA

Bir sonbahardı ilk gittiğimde. Büyü kelimesinin tam karşılığı olarak, burayı seçtim kendime. Memleketin Afyon, Erzurum Narman hatta Şavşat bölgelerinde de oluşumlarına rastladığımız, “peri bacalarının” yurduna gelmiştim. En çok ve en büyüleyici olanına. Bugünlerde dozerlerin girip, milyonlarca yılda oluşan yer şekillerini, sadece “dağ ve taş” sanıp, yıktıkları içimizin acıdığı zamanlarda, elimizdekinin kıymetini bilmeyenlere hayıflanarak başlıyorum Kapadokya yazıma.

Gecenin köründe, orada yaşayan bir arkadaşımızın önerisiyle, mağaraların içine yapılmış odalardan oluşan bir otele varmıştık üç arkadaş ancak gel gör ki otel odasında sadece double yatak vardı. Mecburen çıktık, karşıda zahire ambarı ofisi gibi bir yer gördüm, içeri girip başka otel olup olmadığını sordum. Tabii ki bir sürü yer vardı ama bizim o saatte pek seçme şansımız yoktu. Zeki Demirkubuz filmlerindeki otellerden birine kapağı attık. Nihayetinde sadece uyuyacaktık. Ertesi sabah, sanırım merkeze yakın yerlerden birinde bi kahvaltı edip, yollara düştük. İlk durağımız Üç Güzeller denen peribacalarıydı. Barış Manço, 1979’da, yani benim doğduğum sene, “Ne Yar Ola” şarkısına burada bi klip çekmişti. Kapadokya sanırım, o zamana kadar görmeyenler için, şarkının da akustik etkisiyle görenler tarafından, burası uzayda hissi yaratmıştır kesin. Özellikle ilk oraya gitmek istedim, Barış abiye bir selam yolladım gönül dağlarından.

Şen olasın Ürgüp

Sonra, yine aklımda bir başka türkü, bu sefer Erkin Koray söylüyor, Cemalım. Hani, “Şen olasın Ürgüp, dumanın tütmez” sözlerini haiz türkü. Ürgüp’ün görülesi o kadar çok yeri var ki, ancak zamanımız da çok fazla değil. En başta gezilmesi gereken yerlerden Zelve Açık hava müzesine gittik. Peribacalarının en fazla olduğu ve Geyikli Kilise, Üzümlü Kilise, Balıklı Kilise ve Direkli Kilise gibi kutsal mekânların ev sahibi olan Zelve’nin ihtişamı karşısında donakaldım. Karadeniz yeşiline alışmış gözler için, bozkırın içindeki bu sanatın şaşırtıcılığı inanılmazdı. Zelve’den sonra Mustafapaşa’ya 6 km’lik bir yol kat ederek ulaştık. Mustafapaşa’nın en sevdiğim tarafı, geleneksel mimarinin güzel örneklerini sergilemesi ve korumuş olması. Orada eski bir dükkâna girdik. Mimarisi ilgimi çekti, yaşlı esnaf amcayla sohbete daldık. Eskiden bu binanın konak olduğunu, çocukken geldiğini ve sonrasında sahibinin burayı terk ettiğini, bu binayı da satın aldığını söyledi. Şimdi dükkânında turistik malzeme satıyor. Zamanımız kısıtlı olduğu için geride kalan onlarca yer içinde, özellikle Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi, Mazı Yeraltı şehri, yıllar evvelinin popüler dizisinden ismini alan Asmalı Konak görülmesi mutlaka önerilen yerler arasında. Özellikle Asmalı Konak’ın bulunduğu caddeden geçtik ama girmedik konağa. Cadde bir tarih galerisi gibi.

Göreme’den Avanos’a

Kapadokya’nın olmazsa olmaz mekanlarına ev sahipliği yapan lokasyonların başında Göreme geliyor elbette. Göreme milli parkına girip; tarihin ve coğrafyanın muhteşem birlikteliğine tanıklık etmek, başka bir dünyada yaşadığınız hissini veriyor adeta. Sonrasında Aşk Vadisi, Güvercinlik Vadisi, Güllüdere Vadisi gibi mekânlarda, yürüyüşlerle bu tarihi koridordaki yolculuğunuzu renklendirebilirsiniz. Biz, oradan Paşabağları’na uğrayıp, Avanos’a geçmiştik. Turistler için develeri bağladıkları alanda yani Zelve’de kolaylıkla peribacalarının içinde yürüyebiliyorsunuz. Avanos ise bambaşka bir coğrafya. Özellikle çömlek atölyelerini ziyaret edip; hem çömlek yapımını pratiğe dökebilirsiniz hem de orada yapılan ürünlerden satın alabilirsiniz. Bazı atölyelerde şarap ikram ediliyor, sakın geri çevirmeyin.

Çok özel bir coğrafya

Böylesi özel bir coğrafyanın, nasıl bu hale geldiğini anlamak için tarihine bakmakta fayda var. Kaynaklar, Kapadokya’nın 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkan bir bölge olduğunu söylüyor. İlaveten, Kapadokya’nın tarihi İpek Yolu güzergâhında bulunan şehirlerden biri olması;  Hititler döneminde, ticaret ile gelişen yerlerden biri haline gelmesini sağlıyor.  M.Ö. 12. yüzyıla gelindiğinde, Hitit İmparatorluğu çökünce,  M.Ö 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu, Güzel Atlar Ülkesi anlamına gelen Kapadokya’ya bugünkü ismini veriyor. M.Ö. 332’de Büyük İskender Pers İmparatorluğu’nu yenilgiye uğratırken, Kapadokya Krallığı kuruluyor fakat M.S. 17’de Kapadokya Roma İmparatorluğu’nun bir parçası haline geliyor. Böylece 17 yy’a kadar çok kültürlü coğrafyanın altyapısı meydana geliyor. Tabii ki zaman devam ediyor ve sonrasında 3. yüzyılda Kapadokya, bölgedeki doğal koşulların saklanmaya ve gizli yaşamlar sürmeye elverişli olması ile Roma baskısından kaçan Hristiyanların yerleştiği bir yer haline geliyor.  Yine bu dönemde, bölgede Arap akınları yaşanıyor. 11. ve 12. yüzyıllarda ise Selçuklular’ın etkisi görülüyor. Osmanlı Dönemi’nde ise sular duruluyor ve bölge sonunda huzura kavuşuyor. Kapadokya’da kalan son Hristiyanlar ise Lozan Antlaşması sonrası bölgeden göç ediyor.

Kapadokya, kendinden fazlası

Kapadokya’yı bana göre kelimelerle anlatmak oldukça güç. Gezilip, görülmesi, keşfedilmesi, içinde 3 günden fazla zaman yaşanması gerekiyor. Kaldığımız otelin sahibi bize, “Beni annem mağaralardan birinde doğurdu, burayı sizin gördüğünüzün ötesinde çok büyük bir yer olarak tarif edebilirim. Bilinen kiliselerin, mağaraların, yer altı şehirlerinin daha fazlası var. Üç günlük kalarak sadece gezersiniz, yaşamak başka” demişti. O kadar haklıydı ki, değil üç gün kalmak, sanki bir ömür yaşansa yetmeyecek gibi. Hele sonbaharsa, hele o vadideki ağaçlar ve çalılar sararmış kızarmışsa. O evlerde, sonbaharın en güzel demleri yaşanıyorsa, sokakta turist kafileleri bir o tarafa bir bu tarafa heyecanla gidiyorsa, tepelerden balonları izleyip, gökyüzüne gitme hissi uyanıyorsa, akşam günbatımlarının en şahaneleri izleniyorsa… Çok kalem var eklenecek ancak, kabaca toparlarsak; Ürgüp, Göreme, Avanos, Uçhisar ve Ortahisar kaleleri, Akvadi, Derinkuyu, Ihlara Vadisi, Çavuşin gibi bölgeler mutlaka ziyaret edilmeli, es geçilmemeli. Bunlar sadece içimden geçenler ve benim sizlere önerebileceklerim. Öbür türlü herkes gittiğinde kendi Kapadokya’sını oluşturuyor. Konaklama seçenekleri de yeme içme kültürü de kişisel farklılıklardan ötürü öneri listemde yer almıyor açıkçası. Ancak bölgeye gelmişken; testi kebabı, kabak çekirdekli erişte, Ürgüp köfte, kuru kaymak, düğü çorbası, dolaz yerel mutfakta ön plana çıkanlar. Konaklama mekânlarını da ağırlıklı olarak Ürgüp ve Göreme’den seçerseniz; gezi skalanız daha geniş olur. Umarım siz de benim gibi unutulmaz bir Kapadokya belleği oluşturursunuz kendinize, şimdiden iyi gezmeler dilerim.

YORUM YAPIN